13.11.2025
Yine 10 adet mp3 ekledim. Bu artık yeni normalimiz oldu. Üstelik bu sefer toplamda 2 saat civarı seanstan 10 tane kesit alınması, 4 saat çalsaydık 20 olacak anlamına geliyor. Bugüne özel başlık olarak, "müzik ve felsefe" diyebilirim. Çok hoş kombinasyonlarla birlikte bir miktar felsefeye de girdik. Onu en son kısma uzunca ekledim.
20251113_1120-Fadista-KeysRockTribe-dlfkij (08 24 - 11 00).mp3 +cyanite-analysis
Fadista'nın muhteşem barok tarzı vokalleri ile başlıyoruz. Alttaki uzayan klavye sesleri de onun... Almanya'dan dlfkij hafif melodiler ekliyor. O da klavye ekledi. Ben bu bölümdeki seçtiğim klavye seslerimden pek memnun değildim biraz tiz seslerini mikste kestim. Sonlara doğru hafif çello sesi eklemişim. Davul ritmi olmadan burada böyle derli toplu çalmak da kolay değil. Toplamda çok hoş duyuluyor, tüm bunların doğaçlama olduğunu da aslında hep tekrar etmem gerekir.
20251113_1120-Fadista-KeysRockTribe-dlfkij-pipax (22 24 - 26 36).mp3 +cyanite-analysis
Burada Japonya'dan pipax katılıyor. Altyapılarını biraz değiştirmiş, hep kullandığı ritimler yerine bize özel bir şeyler açtı gibi geldi bana ve harika oldu. Gitarlarının özel tonu var, kendi tarzı var ama bunu müziği dinleyip ona göre değiştirerek yapabiliyor. Bu iki özelliğin kombinasyonu gerçekten çok önemli.
Gitar çalarken bir yandan ritmi de değiştirdi, uygun ekipmanla bunu yapıyor olmalı. Bölümde ritmi arttırdı. O bölümde alttaki melodiyi Almanya'dan dlfkij değiştirdi. Vokaller her zaman harika, hepimiz aynı akıştayız. Sözler de çok uygun olmuş.
Benim burada eklediğim piyanolar normalde çaldığımdan biraz farklı olmuş. İşte bu farkı hep müziğin toplam kombinasyonu belirliyor diye düşünüyorum.
20251113_1150-KeysRockTribe-dlfkij-pipax-Fadista (00 24 - 03 12).mp3 +cyanite-analysis
Alttaki davul ritimleri limitte, biraz bozulma oluyor gibi. Ayrıca bir limiter de kullanıyorum, artık tarz böyle diyeceğiz. Burada ortak ritim ve aksak yürüyüşler var. Ritimde pipax'la birlikte devam ediyoruz. Çalan kadro aynı. Ani ritim değişimi ve Fadista'nın başlangıcı hep tasarlanmış gibi olmuş. Sanki doğaçlama içinde değiliz gibi. Çaldığım yerleri biraz editledim diye hatırlıyorum ama üzerinden bir gün geçti, detayları unuttum.
20251113_1150-KeysRockTribe-dlfkij-pipax-Fadista (05 48 - 08 12).mp3 +cyanite-analysis
Önceki havanın devamı ama biraz değişimi, ilginç sesler ekleniyor. Bu kadro ile aynı şekilde devam ettik, harikaydı. Fadista burada söylerken çok eğlenmiş gibi duyuluyor. Her şey harika.
20251113_1205-dlfkij-pipax-Fadista-dott-KeysRockTribe (06 44 - 08 45).mp3 +cyanite-analysis
İtalya'dan harika basçı dott katılıyor. Bir bas gitarımız eksikti, o da olunca tamam oldu. Bunu iyi anlamda söylüyorum. Farklı tarzda vokaller ve bas gitarı duyabilirsiniz. Burası daha çok pipax'ın tarzı olmuş bence. Tabii onun kombinasyonlarının da tam olarak "onun" olduğunu iddia etmiyorum. İçinde olduğumuz kombinasyonların ürünleriyken bunu nasıl iddia edebiliriz. Bunu geliştirmeyi tercih etmiş ve harika bir tını katıyor.
20251113_1205-dlfkij-pipax-Fadista-dott-KeysRockTribe (12 48 - 15 19).mp3 +cyanite-analysis
Aynı tarza bizden melodiler ekliyorum. Bu eklediğim klavye melodisini daha önce kesin çaldım. Bu melodiyi dinledikten sonra tüm gün kafamda çalıyor. Şimdi oturup çalayım desem mümkün değil aklıma gelmez. Bu melodinin tetiklendiği belli başlı durumlar ve sesler olabilir. Dolayısıyla hiçbiri aslında benim değil, bir şekilde kombinasyon paratoneri gibi melodileri çekiyoruz. İçimizde olan bu kombinasyonların içeriğini de sahiplenmek çok mümkün değil.
20251113_1205-dlfkij-Fadista-dott-KeysRockTribe-FEC (21 53 - 23 54).mp3 +cyanite-analysis
FEC geliyor, pipax gidiyor. Burada melodinin başlangıcı FEC'in gitarı gibi duyulsa da şimdi bunu eklemem gerekir, bu melodinin başı böyle değildi. FEC'in çalınan müziği dinleyip takip etmesi gerçekten hoş. İletişimi sıkıntılı biri ama bu kadarını yapması gayet güzel. Bu bölüm normalde bitmişti. Ben bu melodiyi çalmayı bırakmıştım ama devam ettikleri için tekrar ona döndük. Davulsuz hoş bir bölüm.
20251113_1205-dlfkij-Fadista-dott-KeysRockTribe-FEC (27 47 - 29 58).mp3 +cyanite-analysis
Aynı davulsuz bölümün daha dokunaklı devamlı şeklinde aynı kadro ilerliyoruz. Çello sesleri ekliyorum. Her şey çok hoş duyuluyor. FEC bu melodiyi çalmaya devam etmese böyle bir yer de olmayacaktı. Bu bir anlamda melodilerinin tercihinin bir nevi müziğin akış kaderi bağlamında ilginç sonuçlara çıktığı bir yer.
20251113_1205-dlfkij-Fadista-dott-KeysRockTribe-FEC (34 31 - 36 53).mp3 +cyanite-analysis
Davulsuzluk canımıza tak edince önce Fadista çalmaya başlamış. Onun çaldığını fark edince ben de ekledim. Davulda ziller tekrar eden bir katman ve üzerin atak şeklinde ekliyorum. Bu parmak davulu olayı çalarken çok eğlenceli. Tam davulcu gibi duyulmuyor ve kaçırıyorum ama yine de gayet hoş, zamanla daha iyi olabilir. Fadista'nın vokalleri ile tam bir şarkı modundayız. Vokalimiz, basçımız, ritim gitarımız ve davullarımızla bence olmuş.
20251113_1550-FEC-KeysRockTribe-HammerOn-Fadista-ChrisGamox (02 21 - 08 05).mp3 +cyanite-analysis
Günün sonu tekrar Fadista ile birlikte bağlandıktan sonra gerçekleşen jam'den bir kesit. Bu bölümdeki HammerOn handpan'leri falan her şey harikaydı ama kesit olarak sadece burayı ekledim. Fransa'dan ChrisGamox var. Onla daha önce çalmadık galiba ama nickini ninbotta görüyorum. Sesleri dengesizdi sonra gayet uygun olmuş.
Müziğin akışı ve Fadista'nın vokalleri bence çok hoş olmuş. Arada eklediği ritim enstrümanını (adı sanırım marakastı) duyabilirsiniz. Burada arada melodiler tekrar etse de yan yana Fadista'nın vokalinin akışına uygun şekilde de değişiyor.
Bu bölümde Fadista'nın seslendirdiği bölümlerle ilgili felsefi detayları aşağı harici bir bölüm olarak eklemek istedim ama şunu tekrar etmek isterim ki bu tarz bölümleri kesinlikle daha sık yapmalıyız. Hem kendine has hava bu tarz akışlarda yakalanıyor hem de tüm bu müziğimizin bir anlamı taşıması gerektiğine inanıyorum, bir mesajı olması gerekiyor. Elbette mesaj sadece tek bir kelime de olabilir, bir metin de olabilir. Yani her zaman uzun metinler olmalı demiyorum, bu zaten teknik olarak mümkün değil ama tek bir kelimenin müziğe uygun tekrarı bile mesajı iletmemiz için yeterli olabilir.
Müziği sadece eğlenme aracı değil, kendimizi ifade eden bir araç olarak kullanmak, bence işin doğası gereği olması gerekendir. Bunun için yine ve yeniden Fadista'ya ne kadar teşekkür etsem az, onun sayesinde bunlar mümkün oluyor. Aşağıya eklediğim bölümü çaldıktan hemen sonra ilgili metni okuyup yazmıştım. Kayıtlarla ilgili detayları daha sonra yazdım.
+
Alan Watts sözleri üzerine bir miktar ekleme yapmak istedim. Jam seansından bağımsız bir bölüm gibi de düşünebilirsiniz. Tabii konseptimiz yine jam içeriği ve bu içeriğin bu şekilde bir felsefesi olması gerektiğine de canıgönülden inanıyorum.
Bugün sevgili Fadista'nın seslendirdiği bölümün metnini okudum. Yani kaynak linkteki içeriği okudum. Alan Watts diye aratınca sadece tipini daha önce internette gördüğüm bir insan olduğunu fark ettim. Düşüncelerine dair bir bilgim yoktu.
Cümleleri ya da konuşması akıcı, kelimelerinin tınısı çok yüksek ve etkili, bunlara şüphe yok ve bu anlamda jam seansı içinde müziğe harika şekilde karıştığını düşünüyorum. Tabii bu kendisinin düşüncelerine katıldığımı göstermez. Ya da jam seanslarında ortaya konulan tüm duruşlara ya da iletilen mesajlara her zaman katılmam da mümkün değil.
Örneğin daha önce Osho'nun konuşmaları üzerine uzun süreler çaldığımızı hatırlıyorum. Onun da hem anlatımı hem ses tonu gerçekten insanı etkiliyor ve müziğin akışında çok hoş bir etki yaratıyor ama örneğin Osho benim gözümde Türkiye'deki "Adnan Hoca" kıvamında bir insan ya da genel olarak cemaatler bağlamında düşünürsek tarikatlar ve cemaatler memleketi olarak bizde bu tarz insanlardan gerçekten çok var. Benim de çocukluğum böyle ortamlarda geçtiği için bir çeşit bağışıklık (belki tepkisellik de diyebiliriz) geliştirdiğimi söyleyebilirim.
Buradan da rica ve temenni olarak ekleyeyim, umarım Fadista bu söylediklerimi bir eleştiri ya da olumsuz bir görüş olarak algılamaz. Bu tarz içeriklerin harika olduğunu içerikten/söylenenden bağımsız olarak savunuyorum. Din ya da inanç sistemlerinin insanları kesinlikle kandırdığına eminim ancak dini bir zikir seansı, beni her zaman etkiler, yani bir anlamda özüne temelden karşı çıksam da araçlarının etkili olduğunu kabul ediyorum ve beğeniyorum.
Aynı şey benim için modern dünyanın filozofları, fikir önderleri ya da ruhani liderleri için de geçerli...
Hepsi aynı kaynaktan besleniyor diye hissediyorum. Bu elbette inancın gücü ve insanlar bunu arıyor, bununla huzura koşmaya çalışıyor, bunların hiçbirini yargılamıyorum.
Hatta bahsimize konu, Alan Watts'ın bütünlüğe dair, insan bilinci, sahiplenme ve ait olmamaya dair temel düşüncelerinde de okuduğum kadarıyla aynı düşüncelere sahibim ancak çok önemli bir fark var, o da doğu felsefesi ya da doğunun akıl ile analiz yerine sadece "olmak" fikrinin savunulması...
Dünyayı kabaca ikiye ayırırsak, aklın yolunu takip etmiş medeniyetlerin batıda, inancın yolunu takip etmiş olanların doğuda kaldığını söyleyebiliriz. Elbette farklı dozlarda yaklaşımlar var, bu çok genel bir yaklaşım. Ben yönümü batıya döndüm ya da akıl her şeyi çözecektir, demiyorum. Batı ve bilimsel düşünmenin büyük sıkıntıları olduğunu zaten modern dünyanın ya da yaşadığımız dünyanın kendisine bakarak görebiliriz çünkü etrafımızdaki tüm kültür bir anlamda batı!
Doğulu tarafımız tamamen yok olmadı ya da en batılının içinde de bu arayış asla son bulmadı, bu inancın gücü değil, insan biyolojisinin bir sonucu...
Batı-doğu ikiliğini inanç ve akıl olarak tekrar yorumlarsak, evreni bu iki ayrımla doğru anlayamadığımızı düşünmekteyim. Daha doğru bir söyleyişle bizi bu ikili ayrıma bölenlerin hata ettiğini düşünüyorum.
Akla bakıp yeterli olmadığını ve asla olamayacağını anladığımızda yüzümüzü doğuya dönüp keşişlere kadar gitmemiz gerekmiyor. Aklın kendisini durdurma metodunun ve buna dair geliştirilen tüm yöntemlerin bir göz boyama olduğuna eminim. Bunu lütfen büyük bir yargılama olarak algılamayın ama bunun kanıtının yaptığımız müzikte olduğunu düşünüyorum.
Müzikte yakalanan akışın özü, tüm bu doğu felsefesindeki aklın dışındaki alem için çok zarif bir örneği temsil ediyor. Müziğin kendisi varsayım, titreşimlerin oranı bir bütünlüğün temsili ve bunu üreten insanların belli senkronizasyonla bir araya gelmesi benliklerinden sıyrılmak demek.
Tüm bunları müziğin teorisi, o an çalınan akorların analizi ya da çeşitlendirmesi ile yapmanız mümkün değil. Elbette bu tarz teknik yaklaşımlar da var ama özünde bahsettiğim akışın içinde olmak aslında ne sizin, ne aklınızın ne de yeteneklerinizin bir ürünü...
Nerdeyse müzik kendi kendini ve sizi çalıyor. Durum bundan ibaret. Parmaklar bir çeşit kas hafızası ancak seslere tepki veriyorsunuz, bu toplamda ağlaşmadan kaynaklı bütüncül canlı bir organizma ve vücut olduğunuza işaret ediyor. Parçadan bütüne geçişte seslerin değil, aralarındaki oranların mühim olduğunu anladığınızda nihayete (dini terminoloji ile hidayete) ermiş oluyorsunuz.
Bunu meditasyonla ya da çeşitli araçlarla aklınızı durdurarak yapmanıza hiç gerek yok çünkü aslında aklınızı durduramazsınız, bunu iddia eden herkesin aslında bunun farkında olduğunu ve bir şekilde diğerlerini kandırdığını düşünüyorum.
Hem bu yüzden hem de en temellerine de katılmadığımdan ötürü, kanaat önderliği (ruhani lider ya da yol göstericiler diyelim) müessesesine tamamen karşıyım.
Kurumsal dinlerin ortaya çıkışı, bu tarz ihtiyaçlar ile ortaya çıkmıştır. Bir insanın size yol gösterebileceğine inandığınız zaman bu bir anlamda tüm dinlerin de aynı anda yol gösterebilir olması ihtimalini de kabul etmenizi gerektirir.
Ben hepsine kocaman bir hayır diyorum. Sonuçta nereye çıkarsa çıksın her kişinin kendi yolunda olması bana en makul gelendir ama bunu modern dünyanın bireyselciliği, benmerkezciliği şeklinde ifade etmiyorum. Tüm bunların büyük bir yanılsama olduğu çok açık, bütünlük fikrinin çok doğru yönleri var ama bunu aklımızı doğru kullanarak da keşfedebiliriz.
Aklınızı durdurun, analizle bunları keşfedemezsiniz dediklerinde, karşılarına dikilesim geliyor. Yani bunu bir savaş olarak söylemiyorum ama şiddetle karşı çıkma hissimi engelleyemiyorum.
Bir miktar daha temellere indiğimizde aklın bölerek algılamasının bizi karelere bölünmüş bir dünyaya hapsettiğini zaten fark ediyorsunuz. Matematiğimiz mükemmel bir evrenin bu karelerin kesin sonuçları ile anlamlı olacağını söylüyor ancak yine aynı matematik mükemmel bir çemberin çevresinin çapına oranını kesin olarak bulamıyor.
Sadece bu bilgi bile, aklın kendisinin yeterli olmayacağını ortaya koyuyor. Ama sadece ve sadece bunu akılla tespit edebileceğini insana net bir şekilde gösteriyor.
Yani pi sayısı örneğinden bize batının vadettiği bilimsel ilerlemenin asla gerçekleşmeyeceği ve günün birinde evrenin tüm sırrını çözemeyeceğimizi net şekilde söylemek mümkün ancak bunun tersi doğunun söylediği gibi aklı durdurarak da pi'nin sırrına eremeyiz. Tam aksine pi gibi bir oranın varlığının, bütünlüğe geçişteki kilit bir anahtar olması gibi, aklımızı kullanarak daha iyi anlayabiliriz.
Çok basit bir örnek, pi sayısı...
Yolculuğa başladığımız yer ölçülebilir bir alem içinde ve aklımızın içinde yaptığımız hesapların bir ucu sonsuzluğa çıkıyor. İşte aynen bunun gibi inanma eylemi aklımızı kullanmanın doğal bir sonucudur. İnsanlar inanırken akıllarını durdurmazlar ya da bunun için çaba sarf ettikleri her yöntem bir taraftan kandırmacadır. Pi sayısı bize bunu da ispat ediyor.
Bu konunun daha temelinde bir şeyin kendine katlanması ya da bir şeyin kendisi olmasıyla ilgili bir yönü var. Matematik alemindeki irrasyonel sayıların keşfi ve kök 2 konusu tam olarak böyle ortaya çıkmış. İlk başlarda kabul edilmemiş ama ispat edildiğinde işler değişmiş.
Bir üçgenin insanın akıl gücü ile hayal edilmesinin yarattığı mükemmel hipotenüs değeri yine pi sayısında olduğu gibi gerçek dünyada karşılığı olmayan bir değer ancak işin ilginç tarafı şu, bu karşılıksız ve bilinmeyen (bir anlamda inanca dair) değeri kendisi ile çarptığımızda, yani karesini aldığımızda elimizde tekrar ölçülebilir ve akıl sınırları içinde bir değer kalıyor.
İnanç ve aklın geçişkenliğinin güzel bir örneği...
Bu durum neden pi sayısında gerçekleşmiyor? Bunu geometrik olarak düşündüğünüzde zaten hayal edebiliyorsunuz. Çemberi (bir "sonsuz" köşegen gibi, köşeler arttıkça yuvarlaklaşması gibi) kesikli olandan, sürekli olan yuvarlaklığa geçişmiş gibi hayal edin... En azından bu bir inanç konusu çünkü geçişin olup olmayacağını asla bilemeyeceğiz çünkü biz evreni kesikli şekilde algılıyoruz.
Elbette tüm sorunların kökeni bu, ama tekrar ediyorum bu kesikli anlayışı aklımızı durdurarak bütünlüklü olarak algılayamayız, bize bunu yaptığını söyleyen her düşünce sistemi aslında bizi net bir şekilde kandırıyor.
Kesikli olasılıklar dünyası, kuantum fiziği ve süreklilikler dünyası genel görelilik teorisini birleştirip her şeyin teorisini keşfetmeye çalışıyorlar, günün birinde belki uyumlulaşan formüller ya da daha iyi açıklamalar gelecektir ama asla, süreklilikler dünyası pi sayısını açıklayamayacaktır. Evet elbette bu da bir inanç ama yukarda bahsettiğim üzere sağlaması aklın içinde olan bir inanç.
Bunu bir polinomun kökü olabilme şeklinde de açıklıyorlar. Polinomun kökü hesap edilebilirlik dünyasına işaret eden bir araçmış. Havaya atılan bir cismin konumu ve hızının hesabı, buna bir örnek teşkil ediyor. Kök 2 bir polinomun kökü olabilirken, pi sayısı olamıyor. Fiziksel dünyayı hesap edip öngörmek bağlamında kök 2, aklımızın sınırları içinde kalırken pi sayısı bir anlamda sonsuzluğa geçişi temsil ediyor.
Bu kesiklilikten sürekliliğe geçişin temsili gibi ancak zihnimizin bu çalışma prensibiyle ve hatta evrenin bu yapısıyla, böyle bir geçişin olmayacağı bariz çünkü en başta zaten ışığın kendisi kesikliymiş.
Bu arada bir antrparantez, tüm bu mevzuyu çeşitli başlıklarlda Ekşi Sözlük'e yazmıştım, şimdi blog'u da 2025 Ocak ayından beri Ekşi'ye kopya ettiğim için bu konu içinde konu gibi olacak... Bolca tekrar ediyorum ve bence bolca tekrar edilmeli ama bunu da eklemek istedim. Ekşi'den konuyla ilgili insanlar da daha çok çalmaya başladığı için bunu eklemek istedim.
Hatta şunu da eklemeliyim. Ekşi'de bazen hem bu tarz mevzular hem oranların temel olduğuna dair söylediğim sözlerden sonra tüm bunların da bir nevi modern tarikat olduğu ve hatta NINJAM'in böyle bir yer olduğuna dair yanılgı olabiliyor. Ne ben insanları belli bir yola çağırıyorum ne de NINJAM'da öyle bir olay var. Herkesin kendi kafasına göre takıldığı bir yer ve böyle olmasının hiçbir sakıncası yok.
Ben elbette daha organize ve daha zihin senkronizasyonu yaşanan jam'leri seviyorum ve bunu artırmak istiyorum ama günün sonunda böyle bir tarikat ortaya çıkarsa ilk başta ben kaçarım. Ancak inancın gücünü aklın kontrolünde kullanıldığı kontrollü ayinlerin gerçekleştiği seansların varlığını da yadsıyamam, bunların manevi bir ihtiyaç olduğuna eminim. Bu ihtiyacın modern dünyadaki en sağlıklı tatmin yolu da elbette müziktir.
Işığın kesikli olması, maddenin ve elektronların yapısının da böyle olduğunu gösterdiği gibi aynı zamanda beyin hücrelerimizin de bu yapıyla çalıştığını gösteriyor. Düşüncelerimiz de kesikli olabilir ancak bir süreklilik hayal ediyoruz ya da edebiliyoruz diyebiliriz. Daha daha doğru bir söyleyişle böyle bir eksikliği hissediyoruz demek gerekir.
Evrenin ve düşüncelerimizin çözünürlüğü bir planck sabiti boyutundaysa zaten elimizden çok fazlası gelmeyecek diye düşünmek karamsarlık olmaz çünkü bu planck sabiti ile sürekli olanın bilgisi arasında çok büyük bir uçurum var. Biri aklın kesikli analiziyken, diğeri bir inanç yoksunluğu...
Pi sayısı örneğinde bunu çok net görebiliyoruz, tekrar etmek istemem. Tam bu nokta onu açıklıyor.
Kesiklilik ve süreklilik farkı: Sınırlarını yine matematiksel mükemmellikle kesin olarak belirlediğimiz bir alan içinde seçebileceğimiz bir noktanın olasılığının sonsuz olması anlamına geliyormuş. Böyle bir olasılık aslında ihtimali tanımsız hale getiriyor. Yani bir yüzeyi sürekli bir dokuda olduğunu kabul ettiğinizde, bu yüzeyden rastgele bir noktanın seçilme ihtimali tanımsız.
Sürekli bir evren içinde Tanrı'nın olma ihtimalinin de tanımsız olması gerektiği gibi!
Tam bu noktada işler iyice ilginç hale geliyor çünkü batı ve doğru birbirine karışıyor. Batı kesikli bilginin evreni çözeceğine dair koskoca bir kültürü inşa etti ancak eğer evren kesikli bir modelse ise bu durumda Tanrı bir zorunluluk haline geliyor çünkü az önceki cümlede de ifade ettiğim gibi eğer bir düzlem kesikli ise oradan bir noktanın seçilme ihtimali hesaplanabilir.
Daha doğru bir deyişle her şeyin hesaplanabildiği bir evren modelinde günün birinde bilim, ilk nedeni de hesaplayacaktır ve işte Tanrı budur diyecektir.
Ancak hikayenin böyle olmayacağı "yüce" pi sayısınca bize gösterilmiş. Doğunun inanç sisteminin yarattığı zorunlu bir Tanrı modeli ile batının bilimsel düşüncesi bir noktada kesişiyor ve ilginç bir şekilde planck sabiti de bunun kanıtı oluyor. Dini çevrelerde bunu kanıt olarak sunana henüz rastlamadım ama gerçekten çok güçlü bir kanıt...
Neyse ki pi sayımız var yoksa işimiz zordu.
Tabii bunu şaka yollu söylüyorum. Dine düşman biri değilim ama kesikli bir evren modeli içinde hayal gücünün öldüğü, her şeyin hesap edilebilir bir dünyada yaşamın gerçekten can sıkıcı olacağını düşünüyorum.
İşlerin garip şekilde karıştığı nokta ise doğu felsefesi aslında sürekliliği savunduğu halde, ki süreklilik aslında Tanrı ihtimalini tanımsız hale getiren temel argümanken, bunun inançlarının temellerini yok ettiğini fark etmiyor olmalarıdır.
Bütünün bilgisine süreklilik ile erebiliriz, süreklilik bir hayal, aslında eremeyiz ama erdiğimizde bulacağımız karanlık ve Tanrısızlık olabilir. Işık, varlığı itibariyle bir Tanrı'yı zorunlu hale getirse bile aslında bizi sadece aklımıza hapseden en büyük kötülük olabilir. Tüm tarafların birbirine karıştığını ve ilginç bir hale geçtiğini son zamanlarda fark ettim.
Tüm bunları belli felsefesi olan jam'ler için de açıklamak istedim. Bahsi geçmişken kafamda toparlamak için de yazmak istedim. Umarım istemsiz şekilde kimseyi rahatsız edecek bir söz söylememişimdir. Özenle yazmaya çalıştım. Konuya uzak bir insanın gelip buraya kadar okuyacağını sanmıyorum ama yine de bu çekinceyi de ekleyerek burada duruyorum.

Post a Comment